
Sonunda Gong Yoo‘nun çok beklenen draması The Silent Sea, Netflix‘te yerini aldı ve biz de izledik. Eğer içerisinde oyunculuk dozu oldukça başarılı ve konu açısından ilgi çekici bir fantastik, bilimkurgu türü k-drama izlemek istiyorsanız, The Silent Sea, sizin için kaçırılmaması gereken bir drama. Peki bu dramada eleştirdiğimiz ve tepki gösterdiğimiz şeyler oldu mu? Elbette oldu. Yazı, dramanın bütün incelemesini kaplayacağı için zaman zaman spoiler içerecek. Fakat, spoiler içeren yerde uyarı olacağı için, önleminizi alabilirsiniz.
Nedir bu The Silent Sea?

Konusu gelecekte geçen The Silent Sea, dünyanın doğal kaynağı olan suyun tüketildiği ve su sıkıntısı geçen bir dönemi ele alıyor. Güney Kore’de su içmek için sınıflara ve kartlara sahip olan insanların yaşadığın zor süreç üzerine ayda araştırma yapan bilim insanları, seneler önce Ay’da yapmış oldukları araştırma projesini tekrar gündeme getiriyorlar. Ay’a bilim merkezi kuran uzmanlar, 5 sene önce başlatmış oldukları araştırmalarını gündeme getirip, ayda bulunan özel madde örneğinin Güney Kore’ye getirilmesi için bir ekip görevlendiriliyor. Henüz daha ilk bölümden, ekibin üstlendikleri görev hakkında yetersiz bilgi sahibi olduğu ve araştırmanın arka planında çok daha başka gelişmelerin olduğu ortaya çıkıyor. Ekip liderliğini Gong Yoo‘nun canlandırdığı Han Yoon-Jae karakteri gerçekleştiriyor. Bunun yanı sıra ekipte mühendisler, özel güçler, bilim insanları ve doktorlar da bulunmakta. Bae Doo-Na‘yı ise ekipteki astrobiyolog rolünde izliyoruz.
Neden İzlemeliyiz?

Gong Yoo’nun filmografisini bilenler, kendisinin oldukça nadir proje kabul ettiğini de bilir. Bu nedenle içerisinde bulunduğu drama ve filmler, imza niteliğini taşır. Bir çok projeyi reddeden Gong Yoo, 2020’nin Mayın ayında bizlere güzel haberi verip, yeni bir dramada yer alacağını söylemişti. Aralık ayında Netflix’e gelen The Silent Sea, kendisinin merakla beklenen dramalarından birisi oldu. Her seferinde bize farklı bir katakter ve yeteneğinin farklı yönlerini sunan Gong Yoo, bu sefer askeri personasını sevenleri ile buluşturarak oldukça muazzam bir performans sergiliyor. Bunun yanı sıra kadroda kendisine Bae Doo-Na , Lee Joon ve Kim Sun Young gibi isimler de eşlik ediyor. Kim Sun Young ismine özellikle dikkat çekmek istiyorum. Kendisi, bu zamana kadar favori olarak belirlediğim bir çok dramada yer alıyor. Ve yer aldığı bütün dramalarda bize izlediğimiz şeyin bir drama olduğunu unutturup, doğallığı ile bizi hikayenin içerisine alıyor. Romance is a bonus book, Backstreet Rookie bunlardan sadece bir kaçı.
İzlemenizi gerektiren sebeplerden bir diğeri ise, dramanın teorik terimlerden uzak olması. Konu bilim olabilir fakat verilen içerikte sizi yabancı hissetirecek ya da anlamakta zorlanacağınız herhangi bir diyalog yok. Aksine, konunun merkezini bilimin teorik kısmından çok, olayların akışına ve kurgusunda topluyor. Bu da dramanın hedef kitlesini oldukça genişletiyor. Kendi adıma, çok fazla bilim kurgu dizileri ya da dramaları izleyen birisi değilim. The Silent Sea’yi izleme sebebim, tamamiyle oyuncu kadrosundan kaynaklanıyordu.
Dramanın bölümleri yaklaşık 40’ar dakikadan oluşuyor. Zaten mini seri olarak sunulan içerik de 8 bölümden oluşuyor. Bu da yorulmadan, hikayeye eşlik etmenizi sağlıyor.
Herhangi bir dizi izlediğim zaman, benim için en önemli olan şey, bir sonraki bölümü izleme arzumun oluşması. The Silent Sea’da bölümlerin nasıl bittiğini hatırlamıyorum bile. Drama o kadar akıcı bir kurguya sahip ki, size drama izlediğinizi unutturuyor ve sadece hikayenin devamında ne olduğunu merak ediyorsunuz.
Neler Rahatsız Etti?

Öncelikle uyarımı yapacağım, bu bölümden sonrası spoiler içereceği için, dramayı izlemeyenlerin bu bölümü okumasını tavsiye etmiyorum.
Dramanın sevilecek kısımları kadar maalesef eleştirilecek kısımları da var ve üstelik bu eleştirilecek kısımların önemli bir bölümünü son 10 dakikada ediniyor.
Öncelikle, ekibimiz yetersiz bilgi ile Ay’a gidiyorlar. Burada araştırma üssünün kapatılma sebebinin kendilerine yanlış açıklandığını fark ediyorlar. Dünyaya götürmeleri gereken numunenin oldukça tehlikeli, bulaşıcı ve öldürücü bir madde olduğunu fak ediyorlar. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Sıkıntı, bunu fark ettikleri andan sonra izleyicinin fark edip, aklına gelen ama hikayeyi yazan kişilerin bu bölümlere çok önem vermediği kısımlardan oluşuyor. Ekipten birisi bu madde ye maruz kalıp zehirlendiğinde, hiç kimse gereken önlemi almıyor. Teknoloji içerisinde yüzen ekipteki her üyenin, kendisine ait bir yaka kamerası var. Buradan ne yaptıkları rahat bir şekilde izlenebiliyor. Bu kadar bulaşıcı olan bir maddenin ekip üyesine nasıl bulaştığını anlamak için hiç kimsenin aklına ölen kişinin kamerasına bakmak gelmiyor. Bu atlanmış olabilir, fakat bunun devamında alınmayan tedbirler de oldukça göze batan cinsten. Bu tarz araştırma merkezlerinde radyoaktif tulumların olması oldukça bilindik bir nokta. Ekip üyelerinden birisi hayatını kaybettiği zaman bile sürekli olarak kendilerini korumaları gerektiğini kimse düşünmüyor. Sadece hepsinin tehlikede olduğu ve bu tehlikenin sebebini araştırmaları gerektiğini düşünüyorlar. Oysa yakalarında bir adet geçmiş kamerası var.
Uzay üssünde, tahmin etmedikleri bir şekilde karşılaştıkları kobay Luna’ya gelecek olursak. Luna’nın bu tehlikeli maddeye bağışıklığı olduğu hatta, bağışıklığını ısırıkla aktarabildiğini öğreniyorlar. Ama buna rağmen, ekipte iki doktor bulunmasına rağmen, kimsenin aklına Luna’nın bu özelliğini kullanmak gelmiyor. Sadece bu bilgilerle, izleyiciyi bilgilendiriyor ve aksiyonların gelişimini sunuyorlar. Bu kısımlar biraz üzücü. Ama esas üzücü olan kısım bu zamana kadar saydıklarım değil.
Bu bölümler teknik bölümler ve bence tolere edilebilir bölümler. Tolere edilemeyen şey ise, ekipteki demirbaş karakterlerden birisinin sebepsiz yere ölmeyi seçmesi. Bütün bu tehlikeli operasyonu sırtlayıp, dünyadaki kızına geri döneceğine söz veren lider Han Yoon-Jae, bir anda, hiçbir neden ve sebep olmaksızın ölmeyi seçiyor.
Dramalardaki “Kill Your Darlings” tekniği biraz eskimedi mi? Ya da, Train to Busan‘dan sonra, tekrar Gong Yoo ile kızının arasına girmek bu kadar mantıklı bir seçim miydi? Üstelik söz konusu yine bulaşıcı, ölümcül bir hastalıkken. Eğer son 10 dakikaya yada, severek izlediğimiz karakteri “sebepsiz yere” öldürmeselerdi, bu dramaya 5 üzerinden 5 verirdim. Diğer saydığım sebepler gözardı edilebilir sebeplerdi. Ama hiçbir sebep yokken, bu kadar güçlü bir karakteri öldürmek bana sadece ilgi çekmek için seçilen bir yöntem olarak geldi. Aslında en başta bir açıdan mantıklı gelmişti. Askeri etik yapısı gereği, Luna’nın daha özgür bir şekilde yaşayabilmesi için verilen kararın kendi komutasında olan bir süreçte verilmemesi gerektiğini düşündüğü için bunu seçti diye düşündüm. Çünkü kendisi ölürse, karar komutası doktora geçecekti ve o zaman ger şeyi yapabilecekti. Ama hayır… Dramanın sonunda bize böyle bir sebep sunulmadı. Daha kötüsü, dramanın sonunda bize gelecekle ilgili hiçbir bilgi sunulmadı. Dünyada su problemi çözüldü mü? Deney Luna, nasıl bir yaşama sahip oldu? Uzay ekibinin sürekli çatıştığı, diğer ülkelere ait ajan ülkelere ne oldu? The Silent Sea, maalesef ki son 10 dakikada aklımızda çok fazla soru işareti bıraktı. Eğer ikinci sezonunun gelme ihtimali olsaydı, bu soru işaretleri problem olmazdı. Aksine, ikinci sezona oldukça elverişli bir konuya sahip ama maalesef, bizi 7,5 bölümde merakla kendisine eşlik ettiren drama, final olarak oldukça zayıf bir final seçmiş.

Final olarak bizi tam olarak yukarıdaki fotoğraf gibi bilinmezliğin ortasında bırakan The Silent Sea, yine de oldukça başarılı bir k-drama. Kesinlikle izlenmeye değer ve geçen zamanda sizi konusuna, karakterlerine ve oyuncularına çekecek olan bir performansa sahip. Özellikle bölüm saatlerinin ve sayılarının çok uzun olduğu dramaların yanında taze bir nefes gibi gelen bu dramayı, konusu ve oyuncu kadrosu ile kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.